Değerli Basın Emekçileri, Saygıdeğer Kamuoyu;
Bugün burada, bundan tam 8 yıl önce, ülkemizin savunma hizmetlerini yerine getirirken, bu uğurda terör saldırısına maruz kalıp hayatını kaybeden savunma emekçilerimizi anmak için bir araya geldik. Yüreklerimizin dağlandığı bu kapkara günde kalleşçe katledilen mesai arkadaşlarımızı rahmet ve minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Ve yine, bu terör saldırısında bedenleri ve ruhları yaralanan tüm mesai arkadaşlarımız ve vatandaşlarımız ile paylaştığımız ortak acımızın geçen 8 yıla rağmen dinmediğinin, varlığını halen capcanlı koruduğunu ve hiçbir zaman da dinmeyeceğinin bilinmesini istiyoruz.
Maalesef dünyada ve ülkemizde her geçen gün hayatın olağan akışına uygun olmayan can kayıplarının sıklıkla gerçekleştiğine tanık olmaktayız ve buna her an hepimizin maruz kalabileceğine dair kaygılarımız da giderek artmaktadır. Özellikle kadınların, çocukların ve gençlerin hunharca katledildiği, emekçilerin iş cinayetlerine kurban edildiği ve tüm yurttaşların terör eylemlerinin hedefi haline getirildiği bir dünya tasavvurunu reddettiğimizi buradan tekraren ilan ediyoruz. Bu vesile ile daha birkaç gün önce Erzincan İliç’ te altın madeni elde etmek için doğanın siyanürle zehirlendiği bir süreçte yaşanan faciada, siyanürün Fırat Nehri'ne bulaşma riskinin ortadan kaldırılamamasının yanında, siyanürlü toprak yığını altında kalan 9 maden emekçisine halen ulaşılamamış olması bu kaygılarımızı derinleştirmektedir.
Saygıdeğer Kamuoyu;
Bizler Türk Silahlı Kuvvetlerinin karargâhlarında, fabrikalarında, tersanelerinde, kışla ve karakollarında çalışan, asker olmasak da askeri hükümlere, risklere ve yıpranmaya tabi olan, ancak asker olmadığımız için; statüsünden, söz hakkından, maddi/ manevi tüm imkânlarından, hatta sosyal tesislerinden bir bardak çay içmekten dahi mahrum bırakılan/ men edilen, servisler ve lojman kullanımında üçüncü sınıf çalışan muamelesi gören devlet memurlarıyız.
17 Şubat 2016’da tam bu noktada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yalnızca üniformalı personelden oluşmadığı, askeri personelle aynı işyerinde benzer risklere maruz kalarak görev yapmakta olan sivil personellerin de olduğu gerçeği tüm kamuoyunca öğrenilmiş oldu. Dilekçeler ve davalar ile anlatamadığımız ortak riskin ve beraber yıpranmanın ne demek olduğu, yaşanabilecek en acı şekilde tüm ülkenin gözleri önüne serildi ancak, hala bu gerçekle yüzleşmek istemeyen devlet büyüklerimiz, asker yöneticilerimiz olduğunu büyük bir üzüntüyle takip etmekteyiz.
Sen, ben, biz, hepimiz, bir yandan can kayıplarımızın tarifsiz acısını en derinlerimizde hissederken, bir yandan da hayatta kalanlarımızın maruz kaldığı, kayıp bir gelecek riskiyle yüzleştirildiğimizin farkında mıyız? Burda o hain saldırının gerçekleştiği gün, annesi ile aynı işyeri servisiyle evine dönmekte olan kızımız Buse ŞENSES' in daha eğitim hayatına başlamadan engelli bir birey olarak yaşama tutunma çabasının yanında, anlamsız bürokratik engellerle mücadele etmek zorunda kaldığını ve hala gazi statüsünde görülmediğini biliyor muyuz! Çocuğunu güvenle eve getirip götürmek isteyen bir annenin dramıyla empati kurabiliyor muyuz!
Sözlerimize son verirken bir kere daha hatırlatmak isteriz ki;
Bizler zor koşullarda, fedakarca psikolojik baskı altında, liyakat sahibi ama statüsüz, ekonomik olarak süründüren bir gelir düzeyiyle, kurum içinde dışlanarak, yıpranarak hatta ölerek hizmet veren Askeri İş Yerlerinde Görevli Kamu Çalışanlarıyız.
Varız, Buradayız ve Hep Olacağız.
ASİM-SEN
Merkez Yönetim Kurulu