KADINLAR İÇİN HAYAT NORMALLEŞEMİYOR!

Pandemi sürecinden geçmek tüm dünya için büyük bir sınava dönüştü. Çalışmak "zorunda" kalanlar ve işsizliğe zorlanmış olanlar, aynı cepheden ama farklı şekilde hayatta kalma mücadelesi vermeye devam ediyor.
Pandemi süreci ile normalleşme olarak addedilen içinde bulunduğumuz dönem, kadınlar açısından daha da katlanılması güç sonuçları beraberinde getirdi. Öyle ki; tam da bu sürecin ortasında değiştirilen infaz yasasının "erkek egemen anlayışın yarım kalan işlerinin" bitirilmesine dönüştürümesiyle, adeta kadınların yaşam hakları kanunen ellerinden alınmış oldu.
Şiddet uygulayanla aynı evde yaşamak zorunda kalan kadınlar için sokağa çıkma yasağı, salgından korunmaya çalışırken şiddetten korunamama olarak tezahür ediyor. Kadın da(ya)nışma merkezlerine yapılan başvurularda ortaya çıkan, salgın bahane edilerek kolluk güçlerinin ilgisiz kaldığı, işlem yapmadan eve gönderdiği kadınların varlığı gerçeği göz ardı edilerek 26 Mayıs'ta İçişleri Bakanlığı tarafından kadına yönelik şiddette azalma olduğuna dair yapılan açıklama bir çok kadın örgütünden tepki gördü.
Sokağa çıkma yasağı nedeniyle hem ilgili mercilere (güvenlik güçleri, barolar, kadın örgütleri vb.) başvuruda bulunulamaması, hem kadın sığınma evlerinin pandemi bahanesiyle kadınları reddetmesi hem de uygulamada yapılan ihlaller ve yanlış yönlendirmeler, başvuru istatistiklerinde rakamsal bir düşüşe neden olsa da hayatını kaybeden kadınların kayıt altına alındığı anıt sayacın ( http://anitsayac.com/) büyümesini engelleyemedi.
Pandemi sürecinde kadınlar sokağa çıkamadı ama Mart, Nisan, Mayıs aylarında toplam 70, normalleşme ayı ilan edilen Haziran'ın ilk 10 gününde 10 kadın öldürüldü. Bu vakalar ortadayken, şiddete uğradığını haber veremeyen kadınları "kadına yönelik şiddet oranı düştü" diyerek kandıramazsınız!
Birleşmiş Milletler (BM) Özel Raportörü Dubravka Šimonović, engelli kız çocuklarına ve kadınlara yönelik şiddet ve tecavüz vakaları ile ilgili detaylı bilgi almak için, sivil toplum örgütlerine özellikle tecavüz vakalarına yönelik 25 soru yönelterek bilgi beklediğini ilan etti. Türkiye'den 3 STK (Engelli Kadın Derneği, Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği ve Van İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği) işbirliği yaparak 2013-2020 arasında yapılan şiddet izleme çalışmalarında tespit edilen engelli kız çocuklarına ve kadınlara yönelik tecavüz vakalarına ilişkin bir rapor oluşturdu ve BM Özel Raportörüne 20 Mayıs 2020 tarihinde iletti. Raporda yanıtlanması istenen sorulardan biri de elbette şiddet ve tecavüz suçu istatistiklerine dair... Ancak bahse konu 3 STK tarafından verilen cevapta; kadına yönelik şiddet ve tecavüz vakalarında engelli kadınlara dair kesin bir veri verilemeyeceği, yalnızca medyaya yansıyan vaka taramasıyla verileri oluşturabildikleri bildirilmiştir.
Kadına ve çocuğa yönelik şiddette ilk başvuru yeri olan kolluk güçlerine ait bilgiler kamuya açık olmadığı ve aile içi şiddet içeren ceza (kamu) davaları farklı mahkemelerde
farklı kanunlara göre düzenlenebilerek diğer ceza davalarından ayrı bir
kategoride kabul edilmediğinden kesin veriler belirlenememektedir. İstanbul Sözleşmesine göre kadın hakları konusunda çalışan bağımsız STK'larla iş birliği kurulması gerekirken, sınırlı sayıdaki ve "seçilmiş" STK'larla oluşturulan işbirlikleri, istatistiklerin ve İstanbul Sözleşmesi'nde bulunmasına rağmen yerine getirilmeyen bir çok yükümlülüğün sorgulanabilirliğinin engellendiğini hatta hem sözleşmenin hem de 6274'ün tam olarak uygulamasından kaçınıldığını düşündürmektedir.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada kadınlar tarafından başlatılan #erkekyerinibilsin kampanyası, yüzyıllardır kadın üzerinden gerçekleştirilen toplumsal baskının erkeğe yönlendirilmesiyle durumun ne kadar vahim olduğunu gösterirken, cümle içinde kullanılmasına bile katlanamayanların varlığını ve riyakarlığını bir kere daha gözler önüne serdi. Kadınlar yine ataerkil zihniyet nazarında fazla ileri gitti...
Bu yetmezmiş gibi İstanbul Sözleşmesi İzleme Uzman Grubu (GGREVIO) için aday belirleyebilecek "seçilmiş"lerden KADEM (Kadın ve Demokrasi Vakfı) bu kampanyayı "İnandığımız değerleri zedeleyecek boyuta gelmiştir" diyerek kınadığını açıkladı. Halbuki cinsel şiddete maruz kalan veya katledilen kadınlar için sık sık karşılaştığımız "o saatte orada ne işi varmış", "zaten içki içmiş", "kuyruk sallamıştır" veya cinsiyet nedeniyle toplumsal bir baskı unsuru olarak "eşimin çalışmasına izin veririm", "kadının en önemli görevi anneliktir", "anne olmayan kadın yarımdır", "örtüsüz kadın, perdesiz eve benzer ya satılıktır, ya kiralık", gibi kabul edilemez söylemlerin, kadınlar için kurulduğunu iddia eden bir vakıf tarafından "değer" kabul edilmesi şaşırtıcı ve asıl toplumu zedeleyici olandır.
Bu söylemlerin kabulü evde\sokakta fiziki şiddete dönüşürken, eli ulaşamayacağı için dilini çatallaştıranlar, sosyal medya üzerinden yapılan hakaretlerle kadın düşmanlığını derinleştirmektedirler.
Ne bu söylemleri "değer" olarak kabul etmemiz, ne de görevini gerektiği gibi yerine getirmeyen muktedirlerin tek taraflı ve şeffaflık içermeyen istatistiklerine inanmamız mümkün değildir.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"un tam olarak uygulanması zorunludur. Değer kabul ettirilmeye çalışılan gerici, kadın düşmanı, şiddetten beslenen ataerkil zihniyete asla boyun eğmeyeceğiz. Yaşam hakkımızdan da, özgürlüklerimizden de vazgeçmeyerek, bu kabul edilemez düzenin değişmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz.
ASİM-SEN
Merkez Yürütme Kurulu
Sosyal Medyada Paylaş